PARALEL EVRENLER YANILGISI
Uzay
Bilim adamlarının günümüzde doğa ve uzay üzerine yaptıkları araştırmalar açık bir gerçeği göstermektedir: “Kusursuz bir yaratılış”. Ancak bu fikri kabullenemeyenler ortaya attıkları bazı iddialarla bu gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyorlar. Medyada çıkan, “İnsan ile maymun arasındaki ara geçiş formu bulundu” ya da “Dünya dışındaki bir gezegende yaşamın izlerine rastlandı” türünde başlıklı haberler hep bu amaca hizmet ediyor. Şimdilerde ise “paralel evrenler” konusu rağbet görüyor. Bu iddia evrenin büyük bir patlama ile yaratılışı gerçeğinin karşısına bir tez olarak sunulmaya çalışılıyor. Üstelik hiçbir somut kanıtı olmaması ve kendi içinde önemli çelişkiler barındırmasına rağmen... Bilim Dünyasını Sarsan Gözlem Evrenin başlangıcını oluşturan ve “Big Bang” olarak da adlandırılan Büyük Patlama'nın delilleri ortaya çıkana kadar birçok bilim adamı evrenin sonsuzdan beri var olduğunu iddia ediyordu. Evrenin sonsuzdan beri var olduğu ve varlığını da sonsuza kadar devam ettireceği iddiası “Sabit Durum Teorisi” olarak adlandırılıyordu. Ancak 1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın California Mount Wilson gözlemevinde yaptığı bir gözlem, bilim dünyasına bomba gibi düştü. Bu, astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biriydi. Hubble, kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru kayan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş, o zamana kadar kabul gören evren anlayışını temelden sarsacaktı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Bu durum bir gözlemciden uzaklaşmakta olan bir trenin düdük sesinin gittikçe incelmesi gibi düşünülebilir. Hubble'ın gözlemi ise, bu kanuna göre, gökcisimlerinin bizden uzaklaşmakta olduklarını gösteriyordu. Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha buldu; yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Bilimsel gözlemler evrendeki her şeyin birbirinden uzaklaştığını ortaya koymuştu. Bu durum karşısında varılan tek sonuç, evrenin "genişlemekte" olduğuydu. Hubble'ın ortaya koyduğu evrenin genişlediği gerçeği, materyalistlerin öngördüğü hareketsiz başlangıcı olmayan evren modelinin tam tersi bir durumu ortaya koyuyordu. Evren adeta şişirilen bir balon gibi genişliyor ve gök cisimleri de balonun üzerindeki noktalar gibi birbirlerinden uzaklaşıyorlardı. Evren Sonsuz Değildir; Bir Başlangıcı Vardır Big Bang'in Yeni Kanıtları Bulunuyor 1965 yılında Arno Penzias ve Robert Wilson adlı iki araştırmacı söz konusu kalıntıları içeren dalgaları keşfettiler. "Kozmik Fon Radyasyonu" adı verilen bu radyasyonun Big Bang'in ilk dönemlerinden kalma olduğu ortaya çıktı. Penzias ve Wilson, Big Bang'i deneysel olarak ilk gösteren kişiler oldukları için Nobel Ödülünü kazandılar. 1989 yılına gelindiğinde ise, George Smoot ve beraber çalıştığı NASA ekibi, COBE adlı yapay bir uyduyu uzaya gönderdiler. Bu gelişmiş uyduya yerleştirilen hassas tarayıcılar, Penzias ve Wilson'ın ölçümlerini doğruladı. Sonuçlar, tarayıcıların kesinlikle evrenin başlangıcındaki büyük bir patlamanın sıcak, yoğun konumunun kalıntılarını gösterdiğini kanıtladı. Çoğu bilim adamı COBE'nin başarısını Big Bang'in olağanüstü bir şekilde onaylanması olarak yorumladı. Bu bulgu ve bilim adamlarının yorumları dünyanın birçok TV kanalında yer alacak kadar büyük bir yankı uyandırdı ve yüzyılın en büyük buluşu olarak haber verildi. Hatta bazı kanallar haberi Allah’ın varlığının delili olarak duyurdu. Big Bang'in bir diğer önemli delili ise uzaydaki hidrojen ve helyum gazlarının miktarıdır. Günümüzde yapılan ölçümlerde anlaşıldı ki, evrendeki hidrojen ve helyum gazlarının oranı, Big Bang’ten sonra arta kalan hidrojen-helyum oranı ile tamamen uyuşmaktadır. Bilindiği gibi yıldızların temel yakıtı hidrojendir. Yıldızlardaki hidrojenin helyuma çevrilmesi sayesinde buralarda ısı ve ışık üretilebilmektedir. Eğer evren, materyalistlerin iddia ettiği gibi bir başlangıcı olmadan, sonsuzdan geliyor olsaydı, evrendeki tüm hidrojenin tamamen yanarak helyuma dönüşmesi gerekirdi. Materyalizmin İflası Evrenin yaratılmış olduğunu kanıtlayan somut delillerin artması üzerine bir çok materyalist bilim adamı bu delilleri yaptıkları yorumlar ile örtbas etmeye, geçiştirmeye çalıştılar. Fred Hoyle ve Dennis Sciama da bu bilim adamlarından ikisiydi. Ancak Sciama, ardı ardına gelen ve Big Bang'i ispatlayan deliller karşısında içine düştükleri durumu şöyle anlatmak durumunda kalıyordu: “Sabit durum teorisini savunanlarla onu test eden ve bence onu çürütmeyi uman gözlemciler arasında, bir dönem çok sert çekişme vardı. …Teorinin geçersizliğini savunan kanıtlar ortaya çıkmaya başladıkça Fred Hoyle bu kanıtları karşılamada lider rol üstlenmişti. Ben de yanında yer almış, bu düşmanca kanıtlara nasıl cevap verilebileceği konusunda fikir yürütüyordum. Ama kanıtlar biriktikçe artık oyunun bittiği ve sabit durum teorisinin bir kenara bırakılması gerçeği ortaya çıkıyordu.”(1)
Bu sözler adeta Big Bang'in bir zafer belgesiydi. Bu zafer, materyalistlerin ideolojilerinin temelini oluşturan; bir başlangıcı olmayan "sonsuz evren" iddiasını da yerle bir ediyordu. Peki o zaman Big Bang'den önce ne vardı ve "yok" olan evreni büyük bir patlama ile "var" hale getiren güç neydi? Elbette ki bu sorunun cevabı, materyalistlerin de hoşuna gitmeyen gerçeği, yani bir Yaratıcı'nın varlığını göstermektedir. 81 yaşına kadar ateist olan ancak yakın bir dönemde ateizm düşüncesini terk ettiğini ve evrenin yaratılmış olduğunu kabul ettiğini açıklayan ünlü felsefeci Anthony Flew bu konuda şunları söylüyordu: “İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir: Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını.” (Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse. Cosmos, Bios, Theos. La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s. 241) Anthony Flew doğru söylüyordu, evreni sonsuz güç sahibi olan Yüce Allah yoktan yaratmıştır. Big Bang'deki Denge Big Bang'de gerçekten de şaşırtıcı derecede hassas bir düzenleme vardır. Bu düzenlemenin ilk basamağı, patlamanın hızıdır. Big Bang'le birlikte var olan madde, elbette etrafa korkunç bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Patlamanın bu ilk anında, şiddetli bir çekim gücü vardır. Evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir bu. Dolayısıyla Big Bang'in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekim gücü. Bu iki güç arasında bir denge oluştuğu için evren ortaya çıkmıştır. Eğer ilk anda çekim gücü patlama gücüne baskın çıksa, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsa, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı. “Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini göstermektedir. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Eğer patlama hızının belirli hale geldiği zamanda, bu hız gerçek hızından sadece 10–18 kadar bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yok etmeye yetecekti. Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.(2) Havaya Atılan Bir Kalem Sivri Ucu Üzerinde Durabilir mi? “Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, evren atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkânı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer... Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.”(3) Peki bu denli olağanüstü bir denge neyi göstermektedir? Elbette böyle hassas bir ayarlama tesadüfle açıklanamaz ve bilinçli bir tasarımı ispat eder. Paul Davies, gerçekte materyalist yaklaşımı benimseyen bir fizikçi olmasına karşın, bu gerçeği şöyle kabul etmektedir: “Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal, Yaratıcı'nın amacının ne kadar keskin ve belirgin olduğunu bize göstermektedir. Bu gerçekten olağanüstü bir sayıdır. Bir kimse bunu doğal sayılar şeklinde bile yazmayı başaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10123 tane sıfır koyması gerekecektir. Eğer evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.”(4) Penrose evrendeki tüm atomlar bir yana atomu oluşturan parçacıkların sayısının bile bu sayıyı ifade etmeye yetmeyeceğini söylüyor. Ne kadar büyük bir sayı ile karşı karşıya olduğumuzun daha iyi anlaşılması için basit bir örnek verelim: Evrendeki bütün atomları değil, sadece tek bir tuz tanesinin tüm atomlarını saymak istediğimizi düşünelim. Saniyede bir değil, tam bir milyar tane sayacak kadar hızlı olduğumuzu da varsayalım. Bu olağanüstü beceriye karşın, ufacık bir tuz tanesi içindeki atom sayısını tam olarak tespit edebilmek için beş yüz yıldan fazla bir zamana ihtiyacımız olacaktır. Yemeden içmeden saniyede bir milyar atom sayarak geçecek beş yüz yıl demektir bu. “Evrenin şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tamamıyla delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetiyle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır.”(5)
Yaratılış Gerçeğini Örtbas Etme Çabaları GeçersizdirBazı bilim adamları sırf Big Bang’in “evrenin bir Yaratıcısı olduğu” gerçeğini delillendirmesi nedeniyle ateist fikirlerine destek olacağını düşündükleri yeni arayışlar içine girmişlerdir. Paralel evrenler teorisi de “açılır kapanır sonsuz evren modeli” ya da “Kuantum evren modeli”nde olduğu gibi böyle bir arayışın sonucudur. Kozmolog Stephen Hawking de bu tip arayışlar içinde olan bilim adamlarından biridir. Prof. Herbert Dingle bu arayışlar ve Hawking hakkında şu değerlendirmeyi yapar: “…matematikte soyut, teorik olarak varılan bir sonuç, bunun gerçek bir karşılığının olmasını gerektirmez. İşte Hawking matematiğin bu soyut özelliğini kullanmakta ve hiçbir gerçekliğe karşılık gelmeyen varsayımlar üretmektedir. Peki acaba bu çabasının nedeni ne olabilir? Cevabı kendi sözlerinde bulmak mümkündür. Hawking, Big Bang'e alternatif olarak öne sürülen evren modellerinin çoğunlukla Big Bang'in "İlahi yaratılışı çağrıştırması nedeniyle" ortaya atıldığını kabul etmektedir.”(6) Bazı bilim adamlarının paralel evrenler konusunu gündeme getirmeleri, hipotezin herhangi ikna edici bir esası olmasına değil, daha ziyade ateist düşünceye duyulan kesin bağlılığı gösterir. Allah’ın evrenin Yaratıcısı olduğu gerçeğinden kaçmak için çok dünyalar iddiasının kullanılması genelde bir tür ümitsizliği açığa vurmaktadır. Gazeteci yazar Clifford Longley, London Times’ta yayınlanan bir yazısında evrenin yaşam için gerekli tüm koşullarla birilikte yaratıldığını belirttikten sonra şöyle devam eder: “Bunun alternatifi üzerinde diretmek, Shakespeare’in eserlerinin, Shakespeare tarafından değil de bir milyar daktilonun başına oturmuş, bir milyar maymunun, bir milyar yıl boyunca süren yazma işleminin sonucunda yazıldığında ısrar etmeye benzer. Bu olabilir(7). Ama böylesine ümitsiz çarelere başvuran bilimsel ateistlerin bakış açısı Allah’a inananların söylediklerini güçlendirmiştir.”(8) Evren hakkında yapılan her inceleme bize evrende olağanüstü bir tasarımın olduğunu gösterir. Bu da evrenin her detayına hakim olan sonsuz bir güç ve akıl sahibi bir Yaratıcı'ın varlığını ispatlar. Evreni ve canlı yaşamına olanak verecek şekilde yaratılmış olan Dünya'yı kusursuz biçimde var eden Allah'tır.
|
Alıntılar (1) Stephen Hawking, Evreni Kucaklayan Karınca, Alkım Kitapçılık ve Yayıncılık, 1993, s. 62-63 |
| |||
|
0 yorum:
Yorum Gönder